23 Eylül 2016 Cuma

Stockholm'e gidiyorum!

Merhaba sevgili okur. Bu yazımda sizlere Eylül ayında yaptığım 1 haftalık Avrupa turumun ilk durağı olan İsveç'in başkenti Stockholm'de geçirdiğim kısmından bahsedeceğim.


Yolculuğumu Pegasus Havayolları ile yapıyorum ve İzmir Adnan Menderes Havalimanı'ndan (ADB) başlıyor. Öncelikle Sabiha Gökçen Havalimanı'na (SAW) iniyorum sabah saat 07.00 sularında. İç hatlar terminalinden çıkıp yaklaşık 5 dk lık yürüyüşün ardından dış hatlar terminaline giriş yapıyorum. Yeşil(Hususi) pasaport sahibi olmamdan ötürü tahmin ediyorum ki OHAL sebebi ile ne mobilden ne online olarak ne de pegasus kiosklarından check-in yapamadığım için mecburen check-in sırasına dahil oluyorum. 20-25dklık beklemenin ardından sıra bana geliyor ve sadece kabin bagajım olduğu için herhangi bir uçak altı bagaj vermeden biniş kartımla beraber kontuardan ayrılıp hemen arka tarafta bulunan yurtdışı çıkış harç pulunu almaya koyuluyorum. Hiçbir ülkede rastlamadığım ve nasıl bir uygulama olduğunu anlamadığım için fazla sorgulamıyor 15 tl yi devletimize ödedikten sonra pasaport kontrolü bölümüne geçiyorum.

Daha önceden annemin çalıştığı kurumdan aldığım ıslak imzalı, mühürlü, elektronik imzalı ve kaymakam imzalı (açıkçası alınabilecek tüm resmi onayları içeren) yurtdışına çıkış izin belgemle beraber Sabiha Gökçen Havalimanı Dış Hatlar Terminalindeki pasaport kontrolü masalarının en solundaki Vize İhlal Ofisine (görevli biri nerede olduğunu gösterecektir) yöneliyorum. Erken saatlerde orada olduğum için önümdeki 5-6 kişi ile beraber belgelerimiz aslını ve biniş kartlarımızın ve pasaportlarımızın fotokopilerini bırakarak "Kontrol Edilmiştir" mühürlerimizi alarak 6 numaralı pasaport kontrol gişesinden çıkış yapıyoruz.

Açıkçası "Acaba bir sorun çıkar da geri döndürülür müyüm" korkusu beni psikolojik olarak çok etkiledi bu ana kadar. Ardından gidiyorum elimi yüzümü yıkıyor ve kahvaltılık bir şeyler alıyorum ve uçağımın kapısına yol alıyorum. Yaklaşık 2 saat kadar havalimanı trafiğini izleyip internette gezindikten sonra BOARDİNG başlıyor ve uçağa biniyorum. 10-15 dk gecikme ile havalanıyor ve yola koyuluyoruz.

Pegasusta biniş saatinden bir gün öncesine kadar yemek siparişi verilebildiğini unutan ben maalesef uçakta yüzde 20 daha pahalıya karnımı doyuruyor ve etraftaki sarhoş insanları izlemeye devam ediyorum uçuş esnasında. Wc'de sigara içenler mi, yanlış koltuğa oturanlar mı çocuğunun arkasından koşturan anne babalar mı.. ne ararsanız var pegasus ta. +Ucuz mu? -ucuz. O halde benim için sorun yok :)


3 saat 15 dk lık uçuşun ardından bol kuyruk rüzgarlı ve mide bulandıran bir iniş yapıyor ve beni hayal kırıklığına uğratan Stockholm Arlanda(ARN) Havalimanının 5 numaralı terminaline yanaşıyoruz. Değişik bir tüp geçit ve dolambaçlı bir yolun ardından bizim evdeki salondan hallice bir pasaport kontrol salonuna ulaşıyorum. Türk asıllı bir pasaport polisine denk geliyor ve "nerede kaç gün kalacaksınız?" gibi sorulara cevap vererek giriş yapıyorum ülkeye. Ne duty-free ne market hiç birşey görmeden terminalden çıkıyorum. Çıkış kapısına yakın bir noktadan "Flysbussarna" yani havalimanı shuttle larının biletinin satıldığı makineden 119SEK karşılığında Maximum kartımla şehir merkezine biletimi alıyor ve otobüsüme doğru yol alıyorum. 40 dk lık doğa ve düzen temalı yolculuğun ardından "cityterminalen" durağında iniyorum ve hemen 500m uzaklıktaki hostelime doğru yürümeye başlıyorum.

Hava 20-25 derece civarı olduğu için gölgelerde hafiften üşüyerek "Stockholm City Backpackers Hostel" e varıyorum. Güler yüzlü ve çok yardımcı resepsiyon görevlilerine başvuruyor check-in yaparak odama geçiyorum. Eşyalarımı yerleştirip yatağımı seçtikten sonra tur boyunca ihtiyacım olacak birtakım eşyalar için hemen arka sokakta olduğunu haritadan öğrendiğim "LİDL" markete gidiyorum. Marketlerde poşetin parayla olduğunu unutan ben aldıklarımı montun cebine sıkıştırıp geri dönmeye koyuluyorum otele.

Sokakları bir kez daha karıştıran ben küçük bir halk pazarının olduğu bir meydana çıkıyorum. Yerel meyve ve sebzenin, çiçeklerin ve hediyelik eşyaların satıldığı bu alan bahsi geçen Konyalı Türklerin ve göçmenlerin çalıştığı tezgahlarla dolup taşıyor. Tezgahtarların kendi aralarında geçen muhabbetleri hep türkçe ve bulgarca burada. Bende kendime yakın hissettiğim bir abiye selam verip halini hatrını soruyorum. Kendisi Hüseyin abi ve 12 senedir burada çalışan bir esnaf abimiz. Beni birşeyler ısmarlamak üzere yanına çağırıyor. Çok girişken ve cana yakın hüseyin abiyle kısa bir süre sohbet edip birkaç tüyo alıyorum. Elimdeki eşyaları görünce bana oradan bir poşet ayarlıyor sağolsun. Ayrıca Türkiye'den getirip sattığı kara incirlerden de ikram ediyor. Yüzümdeki gülümsemeyle beraber otele doğru yol alıyorum daha sonra yanına tekrar uğramak üzere..

Duş alıp biraz dinlendikten sonra gün batımına doğru her zaman yaptığım gibi şehir haritamı alarak şöyle bir etrafı tanıyıp kolaçan etmek ve akşam yemeği yemek üzere dışarı çıkıyorum.

Otelimin bulunduğu "Vasagatan" caddesinden eski çarşı bölgesi olan"Gamla Stan"a doğru yürürken yolun solunda "Kebab House" isimli dönerciyi görüyor ve akşam yemeğimi burada yiyebileceğimi düşünerek devam ediyorum. İş çıkış saatine denk gelmemden dolayı sokaklar çok kalabalık. güneş henüz etkisini kaybettiği için hava hafiften rüzgarında etkisi ile soğumaya başlıyor.



Gamla Stan bölgesine şöyle bir göz attıktan sonra "Kornhamnstorg" meydanına geliyor ve haritama göz gezdiriyorum. Karşımda duran hafif dağlık ve yüksek rakımlı "Södermalm" bölgesi biraz beni yoracakmış gibi görünse de "-Erkenden otele gidip ne yapacağım.." diyerekten başlıyorum keşfe. Gün batımına denk geldiğim için köprü ve çevresinde güzel pozlar yakalıyorum. Köprüyü geçerek "Götgatan" caddesinde ve ara sokaklarda pozlar yakalamaya devam ediyorum. İlerleye ilerleye "Södermalm" alışveriş merkezinin bulunduğu meydana geliyor ve biraz burada vakit geçiriyorum.


Haritaya baktığımda otelimden epey uzaklaştığımı fark ediyor ve tam ters istikamette başlangıç noktama doğru yürüyüşüme başlıyorum. Aslına bakarsanız izlediğim rota üzerinde birçok noktadan metro ve otobüsler geçmekte idi. Fakat havanın güzelliği, bilhassa İzmir den geldiğimi düşünürsek, ve şehir içinde toplu ulaşımı çok sevmememden ötürü yürümeyi veya bisiklet kiralamayı tercih ediyorum genel olarak. Gamla Stan a geldiğimde geldiğim sokaklardan farklı olarak "Kungliga Slottet" olarak bilinen kraliyet köşkünün bulunduğu sokakları kullanıyor, aynı zamanda güzel kareler de yakalıyorum zifiri karanlıkta.

Sokaklar geceleri karanlık oluyor bu bölgede. Yalnızca gaz lambasını anımsatan sokak lambaları var duvarlarda ve yerel halk buralardaki butik restoran ve kafelerde loş ışıkta sohbet ediyorlar veya içkilerini yudumluyorlar. Zaman zaman elimde kameramı gören isveçliler biraz garipser gibi dursalarda aldırış etmeden devam ediyorlar yollarına. Bende sokakları geze geze otelimin bulunduğu caddeye çıkıyorum tekrardan.


Akşam yemeğimi yedikten sonra otele geçiyorum. Odamı 12 kişi ile paylaştığım için sağımdaki solumdaki insanlara selam veriyorum, onlar da veriyor doğal olarak. Tanışıyor, sohbet ediyoruz. Kimi zaman beraber zaman geçiriyor internet üzerinden arkadaşlığımızı sürdürüyoruz. Çoğu zaman bu paylaşımlı oda konusunda çekintisi olan, her fırsatta bana meraklı sorular soran yakınlarımda olmuyor değil. Belki siz de bunu merak ediyorsunuz, olabilir yani. Aslına bakarsanız kötü insanlar heryerde var. Bir kaç kez bana zararları dokunmasada karşılaştım. Ama odadakilerin ve oteldekilerin çoğu 20li yaşlarda olduğu için ve aynı ben gibi haftalık yada aylık gezilere çıkan gezginler (backpackers diye adlandırılır, sırt çantalı olurlar) oldukları için pek sorun olmuyor. Herkes eşyalarını koruma, sağlam bir uyku ve tatil amacıyla bulundukları için kötü niyet olmuyor genel olarak. Yani sıkıntı yok :))


2. GÜN

Ertesi gün (çarşamba günü) için elbette Ücretsiz şehir turuna (Free walking tour) katılmak gibi bir planım olsa da akşamdan resepsiyona kiralık bisiklet konusunu sorarken çarşamba ve cuma günleri bisiklet turları olduğunu öğreniyorum. Sabah erkenden kalkıyor ve otelin kahvaltısından satın alıp karnımı doyurduktan sonra bisikletimi seçmeye koyuluyorum. Bu arada kahvaltı için ödediğim para kendilerinin de söylediği gibi yan taraftaki kahveciden alabileceğim kahve+pohaça fiyatı idi. Yani gayet paranın karşılığını veren bir hizmetti (Value for money). Tabii bu arada free tour işi iptal oldu artık bugün için ;)


Saat 10'u gösterdiğinde otel çalışanlarından ve aynı zamanda tur rehberimiz Eric bağırıp çağırmaya başlıyor. Şehrin belki de yürüyerek ulaşamayacağımız yerlerine gideceğimizi söylerken bizleri çokta tarihe boğmayacağını söylüyor kendisi. Tura Noormalm yani otelin bulunduğu bölgeden başlıyoruz. Sırayla Gamlastan, Sodermalm, Hornstull, Langholmen, Marieberg ve Kungsholmen mahallelerinde pedalladıktan sonra otele geri dönüyoruz. 2.5 saatlik tur esnasında zaman zaman manzarası güzel noktalara (Nice view points) uğruyoruz. Sizlerinde gitmesini tavsiye ettiğim ve Soder'de bulunan aşağıda göstereceğim nokta şehri tamamıyla gören ve manzarası güzel olan bir nokta. Eric burada bize çay ve kahve ikramı yaparak manzaranın keyfini çıkarmamızı sağladı sağolsun. Tabi aynı zamanda tura katılan bizler de kaynaşmış olduk :)





Turun ardından haritada yer talimi yaparken tam da benim harita üzerinden planladığım bir rota üzerinden şehir turu yaptığımızı fark ediyorum. Bisikletleri bıraktıktan sonra içeri odama doğru ilerlerken dün geçerken selamlaştığım bir türk arkadaşa rastlıyorum mutfakta. Selam veriyor ve bir saat kadar sohbet ediyoruz. Daha sonra odalara geçerken aynı odada olduğumuz ortaya çıkıyor :) Daha önce tanışamamamızın sebebi büyük ihtimalle onun gece varması ve saat 11'den sonra gürültü yapmanın yasak olmasıdır. Bu esnada günün geri kalanı için yaptığımız planlardan bahsederken bende ananemin börekleri ve marketten aldığım abur cubur ile karnımı doyuruyorum.


Daha sonra kendisi günü değerlendirmek üzere ayrılıyor ve bende ortak alandaki bilgisayarlardan birinden şehrin başka nerelerine gitsem diye bakınıyorum. O esnada bisiklet turunda tanıştığım Hollandalı arkadaşım Tom odasından ayrılırken yanıma geliyor. Ayaküstü muhabbet ederken turdan sonra neler yaptığını ve bugün nerelere gideceğini soruyorum ve benim de planladığım ve herkesin kesin gitmelisin dediği "Djurgarden" isimli parka gideceğini öğreniyorum. "İstersen beraber gidelim?" teklifini de alınca öncelikle onun sonraki 2 gün kalacağı otele geçip eşyalarını bırakıyoruz ve parka doğru yol alıyoruz.



Djurgarden aslında bir park mı yada mahalle mi halen bilmiyorum ama gerçekten çok sakin ve kafa dinlemelik bir ada bölgesi. Yaklaşık 3 saatte yüzde 75'lik kısmını geziyoruz arkadaşımla beraber. Tur esnasında siyaset, politika, teknoloji, bilim, doğa.. aklınıza gelebilecek her konuda fikirlerimizi paylaşıyor gelecek hakkında fikir alışverişinde bulunuyor ve planlarımızdan bahsediyoruz birbirimize. Benim için ingilizce ve dünya görüşü konularında gayet faydalı bir turun ardından vedalaşıp ayrılıyoruz. O vapurla Sodermalm'a yol alıyor bense yürüyerek Ostermalm bölgesine doğru yol alıyorum.

Zengin ve elit bir mahalle Oster. Olabildiğince lüks restoran ve butikler, geniş otoparklar ve parklar, klasik ve modern Nordic mimarisini yansıtan binalar var burada. Koca bisiklet turu ve djurgarden turundan sonra yürüyecek hali kalmayan ben karanlık çökerken arşınlıyorum sokakları. Buradan geçmekte ki amacım görmediğim bir yer kalmaması ve otelimin bulunduğu yerin sağ ve üst bölgelerinden geçerek Hemköp isimli markete uğramak aslında.


Uzun bir yürüyüşün ardından havalimanından gelirken otobüsle geçtiğimiz caddelerden geçe geçe markete ulaşıyorum. Akşam yemeği için birkaç erzak aldıktan sonra otele varıyorum. Üzerimi değiştirip duş aldıktan sonra otelin sunduğu ücretsiz makarna ile karnımı doyuruyor ve biraz ortak alanda vakit geçirdikten sonra günü sonlandırıyorum. Yorucu bir gün olmasına rağmen bugün çok gezdim ve epey yol aldım. Yarın ki planım enerjim doğrultusunda uzun bir yol bekliyor yine..

3.GÜN

Bugünün Stockholm'deki son günüm olduğunu ve iyi değerlendirmem gerektiğini bilerek uyanıyorum sabah 9 sularında. 10'a kadar yatağımı boşaltıp, eşyalarımı topladıktan sonra kahvaltı etmek için çıkıyorum odadan. Muhteşem doyurucu kahvaltımı yaptıktan sonra ihtiyacım olan eşyalarımı bel çantama atıp, sırt çantamı otelin bavul odasına bırakıyorum otelden ayrılmadan önce. Akşam otobüsle Malmö'ye geçeceğim için çantamı buradan alıp geçmeyi planlıyorum. Diğer türlü otogardaki günlüğü en az 6 euro olan kilitli dolaplara bırakmaktan başka şansım yok.


Kahvaltı esnasında harita üzerinden çizdiğim rotadan yoluma koyuluyorum. İlk hedefim şehrin belediyesi yani "Stockholms Stadshus". Dünkü bisiklet turu sırasında buraya kısa bir süreliğine uğramıştık ve rehberimiz kesinlikle buraya tekrar gelin demişti ve bende öyle yaptım. İçerisideki hediye dükkanını gezdikten sonra birkaç hediyelik alarak nehir kenarına geçiyorum. Şehrin sembollerinin göründüğü bu noktadan güzel kareler yakalamaya çalışıyorum ama başarılı olup olmadığına siz karar verin artık.


Ardından deniz kıyısından ilerlerken yelken yarışı finallerine denk geliyorum. Takımlar henüz ortada olmasa da teknelere biraz göz gezdirdikten sonra sponsor bmw nin i8 aracını fark ediyor ve yakından inceleme fırsatı buluyorum. Ardından saatin ilerlediğini görerek ve Kungsholmen mahallesinin iç kısımlarına doğru yürümeye koyuluyorum. Banka ve küçük çaplı iş merkezlerinin olduğu bu bölgede de gelir seviyesi oldukça yüksek. Süper otomobillerin süslediği sokaklardan geçerek "Rålambshovsparken" isimli parktan geçiyor ve "Västerbron" köprüsüne yöneliyorum. Köprü üzerinde güzel pozlar yakaladıktan sonra güneş altında daha fazla zaman kaybetmeden yoluma koyuluyorum. Önümüzdeki 2 saat boyunca çokta heyecanlı olmayan zaman dilimi içerisinde dinlene dinlene Sodermalm bölgesinin güney yakasını tamamen çevreleyen kıyı şeridini keşfediyorum.


Çocuk, bebek, agaç ve marina temalı bu yürüyüşün ardından kendimi Cruise gemilerini yanaştığı limanda buluyorum istemeden. Görülecek bir şeyin olmadığı bu alandan hızlıca insanları arasından çıkarak Tom'un tavsiye ettiği "Fotografiska" isimli fotoğraf müzesine geliyorum. Saatin 3 olduğunu görünce müzenin kapandığını fark ediyor ve orada bulunan hediye mağazına uğrayarak yoluma devam ediyorum. Bugüne kadar hatıralık herhangi birşey alamadığım için bu dükkanların yoğun olduğu eski çarşıya doğru yürüyüşümü sürdürüyorum.







Tam iş çıkışı saatine denk geldiğim için sokaklar oldukça kalabalık bu saatlerde. Gamla Stan'ı bir de gündüz gördükten sonra beğendiğim birkaç hediyelik eşyayı alarak Hüseyin abinin tezgahına uğramak üzere sokaklarda geze geze yürümeye devam ediyorum. Tezgaha gelince yine maharetini gösteren hüseyin abiye selam veriyorum. Az biraz sohbet ettikten sonra vedalaşmadan önce yemek yiyecek bir yer tavsiyesi alıyor ve ayrılıyorum yanından.



Hizmetini çok beğendiğim İZMİR KEBAB isimli dönercide karnımı doyuruyorum. Ayranın ve suyun ücretsiz olduğu mekana gelmenizi tavsiye etmeden geçemeyeceğim. Diğer kebabçıya göre daha doyurucu yemeğin ardından güleryüzlü ve izmirli abilerimizle biraz sohbet edip yanlarından ayrılıyorum. Bulması biraz zor olduğu için tarif edeyim isterseniz. Tam olarak bu haritadaki pazaryerinin yanındaki avm nin -1. katında. yürüyen merdivenden inip sağa döndüğünüzde göreceksiniz.





Ayrıca yeri gelmişken söyleyeyim. Heryerde bulunan 3-5 market var. Bunlar presbyran, coop, hemköp ve ıca. Fotoğraflarıda aşağıda zaten.




 Saat akşam 5 gibi yürümekten enerjisi biten ben geriye kalan zamanı birazda yapacak bir şey kalmamasından dolayı otelde geçirmeye karar verdim o an. Ortak alandaki bilgisayarda 2-3 saat geçirdikten sonra şans eseri fark ettiğim duştan yararlanarak biraz olsun enerjimi topluyor ve rahatlıyorum. Üstümü başımı değiştirerek otobüs yolculuğum için hazırlandıktan sonra saat akşam 10.30 gibi otelden ayrılıyorum ve hemen yakındaki otogara doğru yol alıyorum Sonrasında 20dk rötarlı gelen otobüse atlayarak gece boyunca çokta beni tatmin etmeyen bir FLİXBUS yolculuğunun ardından Malmö Ana tren istasyonun oraya varmış oluyorum.

Evet 3 gün kaç kelimeye, kaç paragrafa, kaç sayfaya sığdı bilmiyorum ama yıllardır hayalini kurduğum "Stockholm" böylece bitmiş oldu. Uzun ve belkide biraz edebi bir yazı oldu ama insanın yazarkenki ruh halini yansıtıyor yazılar işte.. Umarım okurken tıp ki ben gibi eğlenmişsinizdir :)

Son olarak bu yazımla veya önceki yazılarımla ilgili merak ettiğiniz veya sormak istediğiniz bir konuda beni yukarıdaki "Kim bu Hasan ERCAN" kısmındaki mail adreslerimden ve Instagram veya facebook hesabımdan rahatsız etmeyi unutmayın :)) Fotoğraflar kendi çekimim olup ve tüm hakları saklıdır.

Bir sonraki Malmö yazımda görüşmek üzere. Hepinize bol şans :)

Yol açık yola çık..

Hasan ERCAN
23.09.2016
İZMİR

26 Temmuz 2016 Salı

7 Günlük Baltık Turu: Vilnius/LİTVANYA

Merhaba sevgili okur. Üzerinden uzun zaman geçmiş olmasına rağmen bloğun varlığını bugün tekrar farkettim.Vilnius, vilnüs... yani Litvanya'nın başkent şehrindeki gezi anılarımı anlatayım dedim bu yazımda.


Hatırlarsanız bu geziyi geçen sene yaz aylarında yapmıştım. Bahane üretmeye gerek yok açıkçası, yazmaya üşendim dostlar. Video arşivimi karıştırır iken birden anılar canlandı gözümde ve kelimelere dökeyim dedim.

En son Tallinn'den sabah saatlerinde otobüse binmiştim doğru hatırlıyor isem. Sabah 8 sularında bindiğim otobüsten akşam 7 buçuk sularında indim abi. Şimdi ordan abi sen ne yaptın 12 saat otobüsle mi gelinir falan dediğinizi duyar gibiyim. Fakat rotam doğrultusunda bu şekilde olması gerekti. Neyse bedava sıcak çikolatalı, brownili, kruvasanlı bir yolculuktu bu. Otobüsün yemek, wc molası vermesi gibi durumlar orada yok malesef. Wc araçlarda zaten var. Vilnius tren istasyonuna yakın olan şu aşağıdaki otobüs terminalinde (Autobusovi Stotis gibi bir ismi vardı) indim otobüsten. Daha önceden cep telefonumdan gideceğim hostelin (Hostelgate) rotasını kaydettiğim için çok hosteli bulmak çok sorun olmadı benim için. Hali hazırda hostelin konumunu hem şehir merkezine hem de otogara göre ayarlamıştım zaten. 10-15 dk'lık yürüyüşten sonra kolayca ulaştım ve check-in yaptım. Eşyalarımı bırakmadan önce portekizli birkaç gençle tanıştım. Onlar buraya erasmus için gelmişler ve yurt bulana kadar hostelde kalacaklarmış meğersem. Bir sıcakkanlılar görmeniz lazım. Akdeniz insanı başka :)


Ardından odama gidip çantalarımı bıraktım ve yatağımı kaptım :) Her zaman yaptığım gibi ilk günün akşamüstüsünden etrafı kolaçan etmek ve yemek için sokaklarda kaybolmaya koyuldum. Hostelin hemen 100m aşağısında bizim konsolosluğu gördüm. Sonrasında meydana bir süre oturdum ve insanları seyrettim. Akşam karanlığı çöktüğünde etraftaki birkaç kulüp ve otelden müzik sesleri çıkmaya başladı tabi.Yemeğin ardından marketten 3-5 küçük birşeyler aldıktan sonra hostele geçtim ve sabahın erken saatlerine kadar mis gibi bir uyku çektim. Uyandığımda yine hiçbir yorgunluk hissi yoktu abi. Nasıl oluyor bilmiyorum ama gram yorgunluk yok ve müthiş bir enerji anlatamam.

Hostelin mutfağındaki malzemelerle kendime sahanda yumurtalı, meyve sulu bir kahvaltı hazırladıktan sonra teçhizatı topladım ve meydana topukladım. Free tour vazgeçilmezim dostlar. Yine buldum sarı çantalı aşağıdaki ekibi. Kendileri saat 12 yi 10 geçe falan malum kalabalığı görünce bağırmaya başlıyorlar zaten. Genelde 2-3 kişi geliyorlar ve topluluğu eşit sayıda paylaşarak kendi rotalarında bizi gezdiriyorlar. 2.5-3 saat süren turun ardından organizasyon için bahşiş isteyerek işlerine dönüyorlar. İsmini hatırlamadığım şirin rehberimiz bizi gezdirirken baya kafamızı şişirmişti onu hatırlıyorum. Genelde bu tip insanlar espritüel, enerjik ve girişken olurken bizimki baya utangaç, gıcık sesli ve ciddi idi. Gidip yanına soru sormasak tarihten başka bir şey öğrenemezdik herhalde.




Hayal kırıklığı yaratan ama şehir merkezini tanımamı sağlayan turun ardından isteyenler ile yöresel yemeklerin olduğu bir restorana gidilmesi kararlaştırıldı.Yaklaşık 10 kişilik bir grupla oraya gidildi ve bende katıldım. Görüntüsü çok değişik olan yemekler yendi ve tatlı kısmında bende onlara eşlik ettim. Meşhur tatlılarından kakaolu browninin tadına da bakmadan gelmedim ama açıkçası Polonya'da Lidl'dan aldığım browni kat kat daha güzeldi diye düşünüyorum, neyse turistik gezi işte :D


Tatlıda yendikten sonra Hasan durur mu orda? durmaz tabi. Gruba veda ederek arka cebimden çektim haritamı ve bisikletçinin yerini aramaya koyuldum. Maalesef ki yemekten dolayı günlük bisiklet turunu kaçırmıştım ama sonra iyi ki kaçırmışım dedim kendi kendime. Bazen insan kendi başına bir şeylerden daha çok zevk alabiliyor.


10 euro bisiklete 100 euroda kapora vererek akşam 8 e kadar bisikleti kiraladım ve pedalladım. İlk önce katedral meydanının yanında kalan ismini hatırlamadığım tepeye çıktım(yukarıda) ve güneşin şehre vuruşunu izledim. Ardından diğer patikayı takip ederek tepeden aşağı indim ve doğu yönünde nehir kıyısından devam ettim. Bir süre sonra şehrin o tarafında hareket olmayacağını düşünerek bulduğum ilk köprüden karşıya geçtim ve ters yönde nehrin kıyısından doğru gökdelen ve iş merkezlerinin olduğu yöne doğru ilerledim. Bir elimde kamera öteki elimde harita (bisikleti nasıl sürüyorsam artık) o sokak senin bu sokak benim sürdüm işte bisikleti. Bisikletçinin mutlaka git dediği parka doğru yol aldım. Ara sıra nehir kıyısından, bazen de parklardan geçe geçe malum parka geldim.


Arkadaşlar park dediğiniz iki salıncak, iki kaydırak değil. Kocaman bir mahalle gibi. Girişinde kaybolursanız şurayı arayın falan yazıyor o şekilde. Bahsi geçen nehrin çevrelediği bu park ki kendisini aşağıda haritada görebilirsiniz, merkezinde kocaman bir tribün ve sanırım futbol sahası vardı. Etrafında yürüyüş ve bisiklet yolları, trekking alanları ve koşu yolları, böyle ağaçların falan devrildiği değişik yollar, kaykaycılar, scooter sürenler yani her spor dalına uygun bir yer. Dibim düştü desem yeridir. Oksijenden başınızın döneceği ve giderseniz mutlaka uğramanız gereken bir mekan. He bu arada nehrin kıyısındaki patikalarda çadır atanlarda gördüm. Orada konaklayan backpacker'lar vardı yani ;-) Parktan çıktığımda saat 8 e yaklaşıyordu ve ben oraya herhalde 6:30 gibi gelmiştim. Etrafından bir tur attım ve her yerini gezemedim yani siz düşünün artık ne kadar büyük.



Bisikleti geri vermeye giderken bir tane markete girdim ve birkaç ponçikle, su, kola falan aldım. Daha sonra bisikleti teslim ettim ve gedimina caddesi üzerinden katedral meydanına doğru yürüdüm. Yürürken köşede KFC'yi gördüm ve benim gözler faltaşı tabi.

Daha önce barcelonada da yaptığım ve yapmaktan keyif duyduğum şeyi yapmak için yola devam ettim. Kfc'nin kova tavuklu menüsü arkadaşlar. Türkiye'de KFC'yi sevmiyorum ama orada tadı bir farklı yahu. Menümü aldım ve katedral meydanında bir banka kurularak sindire sindire yedim ve mutluluğum tarif edilemez :) Daha sonra arta kalan hamburgerin üzerine bir not bırakarak oradan yavaşça yürümeye başladım çünkü hava hafiften üşütmeye başlamıştı. Sağa sola bakarken bir de ne göreyim. Tallinn de tanıştığım arkadaş benim 3 bank yanımda tek başına oturmuş etrafı seyrediyor :) Selamlaştık falan oturdum yanına. O da bayağı şaşırdı bende. 1-2 saat muhabbetin ardından artık soğuk dayanılmaz olmaya başlayınca ayrıldık tekrar. Onun hosteli benimkinin aksi yönünde olmasa herhalde geceyi yine beraber geçirirdik diye düşünüyorum.


Neyse ben yine markete doğru yol aldım. Ertesi gün yolsa atıştırmalık bir şeyler aldım ve otele geçtim. Common room da birkaç kişiyle tanışıp, sohbet ettikten sonra geç saatlerde odama geçtim ve temiz bir uyku çektim.

Sabah erken saatlerde otelden ayrılarak geldiğim otogara doğru yol aldım. Diğer yolculuklarımda Ecolines firmasını kullanmıştım eğer okuduysanız görmüş olmalısınız. Bu sefer ise Lux Express den bilet almıştım Riga'ya. Sebebi büyük bir ihtimalle ya kalkış saati yada fiyat olsa gerek, böyle bir seçim yaptım. Şunu söylemeden geçemeyeceğim otobüs gerçekten lükstü arkadaşlar. Otobüsün 0 kilometre olmasının da etkisi muhakkak vardır ama çok güzel bir yolculuktu Riga'ya doğru. Ücretsiz sıcak içecekler, hızlı wi-fi, koltuk arkası ekranlar, elektrik prizleri ve yolculuk konforu gayet hoştu doğrusu.


Genel olarak Vilnius'la ilgili ne düşündüğümü söylersem, polonya ile letonya arasında karışık bir ülke diyebilirim. Gelişmişlik, şehir yaşamı, insanların sıcak kanlı olması, fiyatlar, tarih ve kültür açısından bu iki ülkeye de komşu olması bakımından gayet benzer yanları var. Oraya gittiğim için pişman mıyım? hiç de değil ama 2 günlük bir gezi yeterlidir diye düşünüyorum. Merkez dışında gidilecek birkaç yer daha var(mesela trakai). Eğer oralara da gitmek isterseniz 3-4 gün yeterli olacaktır benim gibi bir gezgin için. Bildiğiniz üzere çok önemli değilse para vererek müzeye, kiliseye girmem arkadaşlar. Tarihe pek merakım yok. En azından tarihi yerlere odaklanmaya. Diğer türlü gerçekten çok ilginç hikayeler, gezilecek müzeler, kiliseler mevcut. Meraklısına duyurulur. Bu arada şehri gezerken toplu taşımayı hiç kullanmadım, gerekte yok eğer uzak bir yerde konaklamayacaksanız. Hepsi bu..

Yazının devamında normalde 1 günlük Riga turu daha olacaktı. Kayda değer pek bir şey olmadığı için şurada biraz da ondan bahsedelim. Gidiş-dönüş için Riga'yı tercih ettiğimden dolayı dönüş uçuşu ve birkaç erasmus arkadaşımla buluşmak üzere Rigaya yol aldım ertesi gün. Yine bir backpacker hostelinde konakladım ve geldiğim günlerde aklımda kalan birkaç yeri keşfedip birkaç hatıra eşya alarak bir gün daha geçirdim. Hediyelik eşyalar konusunda birçok yer gibi burası da gözünü açmış diyebilirim. Çok ucuz değiller yani :-/ Son olarak şunu da söylemeden geçemeyeceğim aslına bakarsanız. 8 gün boyunca tam bir yaz havasının olduğu gezimin son gününde Riga'da öyle bir soğukla karşılaştım ki hava utanmasa kar yağacaktı yemin ederim. Havalimanı otobüsüne kendimi zor attım açıkçası.

Evet dostlar yazıyı burada keserken sonuna kadar okuyanlara teşekkür eder, sorularınız olursa mutlaka benimle Instagram veya facebook üzerinden veya mail adreslerimden çekinmeden iletişime geçin. Bildiklerimi paylaşmaktan memnun olurum. Kendinize iyi bakın, yola çıkın.


Bu arada eğer bu yaz eğer yeşil pasaporttan havaalanına takılmayıp gidebilirsem dönüşte Stockholm, Malmö, Kopenhag ve Hamburg'tan oluşan İskandinavya turumun anıları ile sizinle paylaşıyor olacağım. ;-)

Yol açık yola çık :)

Bunlarda sınırlı sayıda çektiğim kareler:

















Hasan ERCAN
26.07.2016
Karabük